İmam Birgivî’nin nahiv ile alakalı kaleme aldığı en veciz eseridir. Eserinde nahiv konularını (âmil, mâmül, i‘rab) güzel ve tertipli bir şekilde işlemiştir. Bu güzide eser, Birgivî’nin diğer nahiv ile alakalı olan İzhâr adlı eserinin bir özeti mahiyetinde olup konular aynı ana başlıklar altında ve aynı metotla ele alınmıştır. Şüphesiz Avâmil denilince ilk olarak akla Abdülkâhir Cürcânî ve İmam Birgivî’nin eserleri gelir. Zira Osmanlı medreselerinde asırlarca Birgivî’nin el-‘Avâmil’i ile Cürcânî’nin aynı adlı eseri okutulmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Bu iki büyük âlimin eserleri bu türün en yaygın iki kitabı olduğundan, Cürcânî’nin eserine el-‘Avâmilü’l-‘Atîk, Birgivî’nin eserine de el-‘Avâmilü’l-Cedîd denilmiştir. Abdülkâhir Cürcânî el-‘Avâmilü’l-Mi’e (Mi’etü ‘Âmil) eserinde âmilleri lafzî ve mânevî olmak üzere iki ana gruba böldükten sonra lafzî âmilleri kıyasî ve semâî diye ikiye ayırmış; -semâîler (13 nevi halinde) 91, -kıyasîler 7, -mânevîler 2 olmak üzere toplam 100 âmil olarak saymıştır. İmam Birgivî ise el-‘Avâmil eserinde üste yapılan taksimi 60 âmil, 30 mâmül, 10 amel (i‘rab, alâmet) şeklinde yaparak sayıyı 100’e tamamlamıştır. Eserin adı her ne kadar el-‘Avâmil ise de ihtiva ettiği konular sadece âmillerden ibaret olmayıp mâmüller ve i‘rab alâmetleri de ayrı ayrı başlıklar halinde incelenmiştir.
Osmanlı’nın güzide âlimlerinden Birgivî Rahimehüllâh, 10 Cemâziyelevvel 929 (27 Mart 1523) tarihinde Balıkesir’de doğmuştur. Asıl adı Takıyyüddin Mehmed olup Birgivî Mehmed Efendi diye şöhret bulmuştur. Ayrıca ilimdeki yüksekliğinden dolayı İmam Birgivî ismiyle meşhur olmuş, böyle anılmıştır. Babası Balıkesir’de hocalık-müderrislik yapan Pîr Ali adında âlim ve faziletli bir kişidir. Dedesi Balıkesir Kepsut’a bağlı Bektaşlar köyünden İskender Efendi’dir. Annesi ise Meryem Hanım’dır.
Birgili diye de bilinen ve çeşitli sahalarda eser veren büyük Türk âlimi Birgivî, ilk ilmi tahsiline babasının yanında başlamıştır. Kendisinden Arapça, mantık ve diğer bazı ilimleri okumuş ve bu arada Kur’ân hafızlığını da tamamlamıştır. Daha sonra İstanbul’a gitmiş Mahmutpaşa mahallesinde Küçük Şemseddin Efendi’den ders almıştır. Ardından Haseki Medresesi’ne girmiş; dönemin tanınmış âlimlerinden Ahîzâde Mehmed Efendi’nin ve Kızıl Molla lakabıyla tanınmış Abdurrahman Efendi’nin talebesi olmuştur. Buradan icâzet alarak müderrislik yapmaya hak kazanmıştır. İmam Birgivî icâzet aldıktan sonra Abdurrahman Efendi’nin yanına mülâzım olup ihtisasını tamamlamış ve bir müddet bazı medreselerde müderrislik yapmıştır. Hocası Abdurrahman Efendi’nin aracılığıyla (Kanûnî döneminde) Edirne kassâm-ı askerîsi olmuş ve bu görevi süresince ders okutmaya devam etmiştir. Ayrıca bu arada camilerde vaaz vermeye başlamış ve halkı Kur’ân ve Sünnet’e uymaya davet etmiştir. Zamanında kabirler üzerine türbe yapılması, bu yerlerde mum yakılması, ücret karşılığında Kur’ân okunması gibi bid‘atlere karşı çıkmıştır. Ayrıca bâtıl itikadlarla, kâdîlar arasında rüşvetin yaygınlaşması, zengin çocuklarına ücretle ilmî pâyeler verilmesi gibi meşrû olmayan uygulamalara karşı da son derece mücadele etmiştir. Ayrıca Birgivî Rahimehüllâh, İmam Züfer’in görüşüne ve örfe dayanarak para vakfetmenin cevazı hususunda fetva veren Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi ve Kadı Bilâlzâde’ye reddiye olarak -İnkâzü’l-Hâlikîn, -Îkâzü’n-Nâ’imîn ve İfhâmü’l-Kâsırîn ve es-Seyfü’s-Sârim adlı risâleleri kaleme almıştır. Şüphesiz bu mesele Osmanlı ulemâsı arasında tartışılmış ve hatta İmâm-ı A‘zam’ın talebeleri tarafından da farklı görüşler belirtmiştir. Buna binaen Ebüssuûd Efendi, bu konuda halk arasında fitneye yol açılmaması için Birgivî’ye nasihatte bulunmuş ve kendi fetvasına gerekçe olarak da hayır işlerinin kesilmesi endişesini dile getirmiştir. İmam Birgivî daha sonraları İstanbul’a gitmiş ve Bayramiyye tarikatı şeyhi Abdullah Karamânî’ye intisap ederek inzivaya çekilmiştir. Edirne’de kassâm-ı askerî (askerî sınıf mensubu kişilerin miraslarını vârisler arasında paylaştıran) iken aldığı paraları defter kayıtlarına göre geri vererek hak sahiplerinden helâllik almıştır. Ancak Abdullah Karamânî, müridi Birgivî’nin ders ve irşad faaliyetleri için geri dönmesini istemesi (tavsiyesi) üzerine, Sultan II. Selim’in hocası Birgili Atâullah Efendi’nin Birgi’de yaptırdığı medreseye müderris olarak tayin edilmiştir. Burada ilmî liyakati sebebiyle (kısa zaman içerisinde) tanınmış ve ders almak isteyen pek çok talebe ülkenin her tarafından buraya akın etmeye başlamıştır. Ömrünün geri kalanını Birgi’de tedrîs, telif ve irşad faaliyetleriyle geçirmiş olması sebebiyle Birgili ve Birgivî nisbesiyle meşhur olmuştur.
Fıkıhta Hanefî, itikadda Mâtürîdî olan Birgivî Rahimehüllâh, kişilik bakımından son derece dürüst, hakkı söylemekten çekinmeyen ve asla taviz vermeyen bir ilim adamıdır. Öyle ki hiçbir eserini herhangi bir devlet büyüğüne ithaf etmemiş, aksine yöneticilerde ve görevlilerde gördüğü kusurları tenkit etmiştir. Özellikle ehli olmayanlara ilmî ve idarî rütbeler verilmesine, kadılar, muhtesipler ve diğer görevlilerin rüşvet almalarına ve her türlü bid‘at ve hurafelere son derece karşı çıkmıştır. Ayrıca bazı haksız menfaatler elde ettiği, görevliler nezdinde nüfuz sağlayarak devlet işlerine karıştığı gerekçesiyle, Hâce-i Sultânî diye meşhur olan (II. Selim’in hocası) Atâullah Efendi’yi bile ikaz etmiştir. Birgivî, Osmanlılar döneminde yetişmiş seçkin bir âlim olmasının yanında dinî ve ahlâkî şahsiyeti bakımından da mükemmel bir insandır. Ömrünün sonlarına doğru Birgi’den İstanbul’a giderek Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’ya memleketteki adaletsizliklerle karşı mücadele etmesi için tavsiyelerde bulunmuştur. Yüce şahsiyetine bakıldığında onun ne kadar dürüst ve ne kadar cesaretli olduğu görülmektedir. Ayrıca Birgivî Rahimehüllâh, Bayramiyye tarikatına müntesip olmakla birlikte zamanında Sünnî esaslardan sapmış ve bid‘atler ihdas eden bazı tasavvuf erbabını da eleştirmekten geri durmamıştır. Öyle ki bazı mutasavvıfların bid‘at ve aşırılıklarını ortaya koyup tenkit etmek üzere el-Kavlü’l-Vasît Beyne’l-İfrât ve’t-Tefrît adlı risâle kaleme almıştır. Her ne kadar bu sebepten dolayı tasavvuf düşmanı olmakla itham edilmişse de bu iddialar yersiz görülmüştür. Nitekim Birgivî, et-Tarîkatü’l-Muhammediyye eserini telif ederken İmam Gazzâlî’nin İhyâ’ü ‘Ulûmi’d-Dîn eserinden çokça istifade etmiş olması onun Sünnî tasavvufa ne kadar bağlı olduğunu açık bir şekilde göstermiştir. Ayrıca ünlü mutasavvıf ve Birgivî’nin et-Tarîkatü’l-Muhammediyye eserinin şârihlerinden olan Abdülganî en-Nablusî, onun, Ehl-i Sünnet esaslarına bağlı tasavvuf büyüklerini değil de tasavvuf adına birçok bid‘at ve hurafe ortaya çıkaran sözde mutasavvıfları tenkit ettiğini belirtmiştir. Bunun yanında talebelerinden Akşehirli Hocazâde Abdünnasîr’ın kaleme aldığı ve meşhur Adalı (Kuşadalı Ahmed Efendi) tarafından da Tercüme-i Evrâd-ı Birgiviyye adıyla Türkçe’ye çevrilen, Birgivî’nin yirmi dört saatlik hayat kesitini anlatan risâlede; onun çok yoğun bir dinî ve tasavvufî hayat yaşadığı görülmektedir. Birgivî Rahimehüllâh, zamanındaki Osmanlı ulemâsı içinde sosyal gelişmeleri de yakından takip eden az sayıdaki münevverlerden biri olmakla beraber, et-Tarîkatü’l-Muhammediyye başta olmak üzere eserlerinin her devirde büyük ilgi görmesi, onun, ilmî dirayeti yanında dürüst, basiretli, cesur ve sosyal problemler karşısında sorumluluk duygusu taşıyan bir kişilik sahibi olduğunu yansıtmaktadır. Son söz olarak, ömrünün son yıllarında gözlerinden rahatsız olan imam Birgivî, çıktığı bir İstanbul seyahatinde vebaya yakalanmış, 981 yılı Cemâziyelevvel ayında (Eylül 1573 tarihinde) hicrî yıla göre 52 yaşında vefat etmiş ve cenazesi Birgi’ye getirilerek defnedilmiştir.