ISBN: 9786057278333
Yazar: Kutbüddîn es-Safevî
Hazırlayan: İsmailağa Telif Heyeti
Ebat: 17 x 24 cm
Sayfa Sayısı: 352
İç Renk: 2 Renk
Cilt Tipi: Ciltli
Kağıt Cinsi: Ivory 70gr
Mantık ilmi; sarf, nahiv ve belagat ilimleri gibi maksuda ulaşmaya vesile olması yönüyle öğrenilmesi gerekli ilimlerden biridir. Özellikle de iki usul dalı olan Usûlü’d-Dîn ve Usûlü’l-Fıkh ile doğrudan irtibatlıdır.
Çünkü Usûlü’l-Fıkh eserlerinde, bâhusus müteahhir usûl âlimlerinin eserlerinde konular mantık örgüsü içinde işlenmiştir. Bu sebeple Mantık ilmi öğrenmeden bu kitaplardan gereği gibi istifade etmek pek mümkün görünmemektedir.
Kutbüddîn es-Safevî (ö. 955/1548) tarafından; allâme Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin (ö. 816/1413) Farsça olarak kaleme aldığı, daha sonra oğlu Nûruddîn Muhammed b. Ali el-Cürcânî’nin de (ö. 837/1434) ilaveler ekleyerek Arapça’ya tercüme ettiği el-Gurre isimli mantık risalesi üzerine kaleme alınan şerhtir.
Kutbüddin es-Safevî’nin Nûruddîn Muhammed el-Cürcânî’ye ait el-Gurre fi’l-Mantık isimli mantık risâlesi üzerine kaleme aldığı şerhtir.
Nûruddîn Muhammed’in el-Gurre fi’l-Mantık eseri; aslında babası Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin kendisi için yazdığı Farsça bir risaledir.
Seyyid Şerîf el-Cürcânî mantık ilmine dair iki tane risâle kaleme almıştır. Birincisine es-Suğrâ, ikincisine el-Kübrâ ismini vermiştir. Daha sonraları oğlu Nûruddîn Muhammed bazı faideli bilgiler ekleyerek her iki risâleyi de Arapça’ya tercüme etmiştir.
Bunun yanında babasının “es-Suğrâ” risâlesine “el-Gurre” ismini, “el-Kübrâ” risâlesine de “ed-Dürre” ismini vermiştir.
Genel muhteva ve taksimlere bakıldığında metin, Kâtibî’nin Şemsiyye isimli eserinin özeti mahiyetindedir. Şu kadar farkla ki Şemsiyye müellifi kitabını üç ana başlık altında ele almış, her başlığı fasıllara, fasılları da mebhaslere ayırmıştır.
Burada ise müellif her bir meseleyi ayrı bir fasılda ele almış ve risâle bir mukaddime ve otuz üç bölümden meydana gelmiştir.
Müellif, eserin mukaddimesinde insanı diğer canlılardan ayıran ma‘kûlatı idrak edip kavrama özelliğine temas etmiş ve bu özellik sayesinde bilgi edinmesinin mümkün olduğuna dikkat çekmiştir.
Devamında bilginin tasavvur ve tasdik olarak iki kısma ayrıldığını ifade ederek mantık açısından tasavvur ve tasdik kavramlarını ele almıştır.
İkinci bölümde tasavvur ve tasdikin kısımları olan nazarî ve zarurî bilgiyi, üçüncü ve dördüncü kısımda ise nazar ve fikir kavramlarını ele almıştır. Beşinci bölümde de delâlet ve elfâz bahislerinin mantık ilminde neden yer aldığını açıklamıştır.
Diğer bölümlerde sırasıyla mantık ilminin temel iki başlığından birincisi olan “Tasavvur”u, tasavvurun iki kısmından birincisi olan mebâdî niteliğindeki delâlet bahislerini, ardından ikinci kısmı olan mekâsıd niteliğindeki tarif (kavl-i şârih) ve kısımlarını ele almıştır.
Devamında mantık ilminin temel iki başlığından ikincisi olan “Tasdik”i, tasdikin iki kısmından birincisi olan kaziyyeleri, kaziyyelerin hamliyye ve şartiyye gibi kısımlarını ve onların da alt kısmı olan ‘ma‘dûle’, ‘muhassale’ ve ‘müveccehe’ gibi kısımlarını ele almış, ‘aks’, ‘tenâkuz’ gibi kaziyyelerin hükümlerini açıklamıştır.
Son olarak da “Tasdik”in ikinci kısmı olan kıyas ve çeşitlerini ele almıştır.
Müellif hicrî 900 yılında Hindistan’ın Gucerât eyaletinde dünyaya gelmiştir. Künye ve nisbesiyle beraber tam ismi; Ebü’l-Hayr Kutbüddîn Îsâ b. Muhammed b. Abdillah b. Muhammed el-Hasenî el-Hüseynî el-Îcî eş-Şâfiî es-Safevî es-Sûfî’dir.
İnsanlar katında daha çok Kutbüddîn Îsâ es-Safevî ve Seyyid Îsâ es-Safevî gibi isimleriyle anılmaktadır. Ayrıca isminden çok Safevî nisbesiyle maruf ve meşhurdur. Safevî nisbesi (anne tarafından) dedesi Safiyüddin el-Îcî’den dolayıdır.
İlim tahsiline vatanı olan Hindistan’da başlayan Kutbüddin es-Safevî, temel eğitimini babası Afîfüddîn el-Îcî’den almıştır.
Babasından sarf ve nahvin yanı sıra fıkıhtan Abdülkerim er-Râfiî’nin el-Muharrer’ini, mantıktan Seyyid Şerîf Cürcânî’ye ait olup, oğlu Nûruddîn Muhammed’in Arapça’ya tercüme ettiği el-Gurre ve ed-Dürre olarak isimlendirdiği er-Risâletü’s-Suğrâ ve er-Risâletü’s-Kübrâ metinlerini okumuştur.
Ayrıca Gucerât’ta Eş‘arî kelâmcısı Devvânî’nin talebesi Ebü’l-Fazl el-Kâzerûnî’den 6 yıl kadar ders almıştır. Ondan el-Muhtasaru’l-Müntehâ’yı Cürcânî haşiyesiyle birlikte el-Mutavvel’i, Tavâli‘u’l-Envâr şerhini ve Devvânî haşiyesiyle birlikte Tecrîd’i okumuştur. Daha sonra Delhi’ye giderek ilim tahsiline orada devam etmiştir.
İlim tahsilinden sonra Mekke’ye gitmiş orada birkaç sene kaldıktan sonra da Medine’ye geçmiştir. Medine’de Ahmed b. Mûsâ en-Nebtîtî’nin sohbetinde bulunmuş ve ondan hırka giymiştir.
Kutbüddin el-Îcî, hicrî 940 senesinde Haleb’e gitmiş, oradan bir müddet sonra Bâb-ı Âlî’ye geçmiştir. Bâb-ı Âlî’de Ebüssuûd Efendi (Hoca Çelebi) ile aralarında ilmi tartışmalar meydana gelmiştir.
Ayrıca zamanın sultanı Kanûnî Sultan Süleyman tarafından kendisine iltifat ve ikramlarda bulunulmuştur. 949 yılında ise tekrar Haleb’e dönmüştür.
Kutbüddin es-Safevî, ilmi seven ve son derece ilim sahiplerine saygı gösteren kişiliğinin yanı sıra sâlih insanları da sevmiş, onlara karşı saygıda kusur etmemiştir.
Gittiği şehirlerde evliya kabirlerini mutlaka ziyaret etmiş, gereken edebi de gözetmiştir. Hatta sadece kabirlerini ziyaret etmek için Bağdat’a giderek orada medfun bulunan velilerin kabirlerini ziyaret etmiştir.
Ömrünü ilme adayan Kutbüddin es-Safevî, 955 senesinde, diğer bir kayda göre 953 senesinde vefat etmiş, Mekke’de Abdullah b. Zübeyr’in asıldığı sadat-ı Sûfiyye’nin kabirlerinin bulunduğu yere defnedilmiştir.
Allah Teâlâ Rahmet Eylesin, Cennetiyle Cemâliyle Müşerref Kılsın Âmin.
Müellif Nûruddîn Muhammed ile ilgili tabakat ve terâcim kitaplarında yeterli bilgi mevcut değildir. Müellifin ismi; Nûruddîn Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Ali el-Hüseynî el-Cürcânî’dir. Meşhur Arap dili, kelâm ve fıkıh âlimi Seyyid Şerîf Cürcânî’nin oğludur.
Müellif Rahimehüllâh Seyyid Şems el-Hanefî veya Şemseddin Hanefî olarak bilinmiş ve anılmıştır. İlim tahsilini babası Seyyid Şerîf’ten okumuş ve tamamlamıştır. Daha sonra babasının bazı haşiyeleri üzerine ta‘lîkât yaptığı da nakledilmiştir.
Ayrıca talebesi Şihâbüddin Arabşah, onun, Semerkand’a yerleştiğini ve orada müderrislik yaptığını kaydetmiştir. Kâtib Çelebi ve Ziriklî’nin belirttiğine göre 838 yılında Şiraz’da vefat etmiştir.
Allah Teâlâ Rahmet Etsin Mekanını Cennet Kılsın Âmin.